
Gozlemgazetesi.com / 22.11.2019
Mehmet öğütçü, “DÜNYA / ORTADOĞU / SURİYE ve TÜRKİYE üzerine” GÖZLEM için yazdı.
Küresel sistem henüz tam yerli yerine oturmadı. Sovyetler çöktü, uluslararası düzen “yeni bir yeni normal” yaratamadan çözülmeye devam ediyor. Soğuk Savaş bitti, ama hemen ardından “Soğuk Barış” başladı. ABD ve SSCB’den oluşan iki süper güce dayalı dünya düzeni yerini BRİCS ülkelerini de içeren çok kutuplu kaotik, tek patronun sözünün artık geçer akçe olmadığı bir karmaşaya terkediyor.
Dünya, iklim değişikliği, devletlerarası çatışmaların geri gelmesi, ittifakların sarsılması, yeniden oluşturulması, eşitsizliklerin artmasıyla toplumsal istikrarın sona ermesi, protestoların, aşırı akımların güç kazanması gibi muazzam sorunlarla karşı karşıya.
Son yıllarda ABD, Başkan Trump’ın “enerjide küresel hükümranlık” stratejisi çerçevesinde Rusya, Çin, Venezuela, Libya ve İran gibi bazı kaynak üreticilerini açıkça hedef tahtasına oturttu. Şurası muhakkak ki, kıt enerji, su, maden ve gıda kaynakları her zaman onlardan pay almak ya da onları denetim altına alarak güç kazanmak isteyen ülkeler arasında paylaşım çatışmalarını canlı tutacak. Petrol ve doğal gaz üzerindeki Irak’tan Doğu Akdeniz’e Hazar’dan Körfez’e Güney Çin Denizi’ne enerji-jeopolitika denklemini bize hatırlatan savaşımları biliyoruz. Önümüzdeki dönemde su, gıda, nadir madenler, teknoloji, ticaret, kur savaşlarını daha yaygın şekilde göreceğimizin işaretleri her gün ekranlarda, gazetelerde.
Bu savaşta sadece ABD, Çin, AB ve Rusya değil artık Hindistan, Brezilya, Endonezya, İran, Mısır ve Türkiye gibi bölgesel güçler de rol oynamaya başladılar.
Enerji ve su savaşları
“Arap Baharı” sonrasında patlak veren Suriye’deki iç savaşın ve bölgesel komşular dahil dış güçlerin nüfuz sahası paylaşım mücadelesinin elbette birçok gerekçesi var. Etnik, dini temelli menfaatler var. İsrail’in baş düşmanı Suriye’nin gelecekte tehdit olmasını çıkartmayı amaçlayan, Golan Tepeleri’nin ilhakını kalıcı hale getirmeyi, Hizbullah’ın beslenmesini engellemeyi amaçlayan gürültüsüz müdahalesi var.
Türkiye’nin sınır güvenliği kaygılarını giderme çabası var. Irak’ın kuzeyinden başlayıp Türkiye’nin güney sınırlarına paralel Suriye’den devam edip Doğu Akdeniz’e açılması hedeflenen yeni enerji koridoru çabası var. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin tam ortasında bağımsız bir Kürt devleti yaratıp bölgede on yıllarca dinmeyecek bir bölgesel savaş yaratma emeli de var.
Bunların yanısıra bölgenin enerji ve su kaynakları üzerindeki çekişmenin de belirleyici olduğunu unutmayalım.
Çatışma potansiyeli barındıran su kaynaklarının çoğu “sınır aşan” ve “uluslararası su” konumundaki sular. Bölgesel düzeyde anlaşmazlık konusu olan su havzalarının başında Fırat ve Dicle geliyor. Bu havzayı paylaşan Türkiye, Suriye ve Irak arasında su anlaşmazlıkları hala çözüm bekliyor.
Ayrıca, 2003’de Irak’ın ABD tarafından işgali ve Suriye’deki müdahaleler yüzünden ortaya çıkan durum bölgedeki terör gruplarıyla yeni gerginliklere neden oluyor.
Su, Mezopotamya’da siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamı ayakta tutan başlıca kaynak. Suyun bu merkezi önemi ile ilişkili olarak barajlar, göller ve sulama kanalları da yaşamsal. Bölgedeki önemli hidrolik yapıların kontrolü, sulama için su dağıtımı ve içme suyu temini aracılığıyla ekonomik hakimiyet anlamında güç veriyor.
Suriye’nin toplam enerji kaynaklarının Deir ez-Zor, Hasaka, Homs, ve Raqqa’daki yaklaşık yüzde 70’i YPG’nin denetiminde. Fırat’ın doğusu ile Irak sınırı arasında yeralan bir düzine petrol sahası (en büyüğü al-Omar) da YPG’nin elinde. Üretime geçirildiklerinde günde 300 bin varil petrol üretilebileceği tahmin ediliyor. Burada Irak’ın kuzeyindeki mevcut üretimin de 400 bin varil civarında olduğunu hatırlatayım. İkisinin toplamı, Azerbaycan’ın toplam petrol üretiminden çok uzak değil. Dahası, YPG, yaklaşık 4-5 milyar metreküplük bir üretim alanını da kontrol ediyor Suriye’de.
İstediği kadar arkasında Washington olsun Şam yönetiminin ve Rusya’nın bu kaynakların YPG’ye terk edilmesine razı olacaklarını düşünmek saflık olur. Yani, daha enerji ve su hesabı Suriye’de görülmedi, Irak’ın kuzeyinde de hala çözümlenememiş sıcak bir konu.
Lityum savaşları mı başlıyor?
Artık petrol ve doğal gaz kadar stratejik önemi olan madenler üzerine jeopolitik gerilimler yaşacağız. Nitekim elektrikli araçlarda kullanılan pillerin ana maddesi olan lityum-iyon madeni bugün artık altın değerinde, zira elektrikli araç üretimi arttıkça lityuma talebin 2025’e kadar bugünkünün iki katı olması bekleniyor.
Bolivya, Avustralya, Şili ve Arjantin bu madende en fazla rezerve sahip ülkeler.
Dünya lityum rezervlerinin (çoğu Salar de Uyuni’de olmak üzere) yüzde 70’ine sahip Bolivya’da solcu Eva Morales yönetiminin, bir Alman firmasının (ACISA) sözleşmesini iptal etmesinden bir hafta sonra askeri darbe ile devrilmesi ve Meksika’ya kaçmak zorunda kalması herhalde tesadüf olamaz.
AÇIŞA, Tesla’ya pil sağlıyor elektrik araçları için. Ve her ikisinin hisseleri tavan yaptı darbe sonrasında.
Morales, bu madeni millileştirerek lityumu ham olarak ihraç etmek yerine katma değer yaratacak şekilde pil olarak satmayı öngörüyordu.
2006’da iktidara gelmesinden bu yana Glencore, Jindal Çelik, Anglo-Argentinian Pan American Energy, ve South American Silver (şimdi TriMetals Mining) gibi şirketlerin faaliyetlerini ya sonlandırdı ya da kısıtladı, onlara yüksek tazminatlar (toplam $1.9 milyar) ödemek zorunda kaldı, ama bu sayede ülke GSMH’ni üçe katlamayı (şimdi $28 milyar) ve döviz rezervlerini şişirmeyi de başardı.
Gayet tabii ki Bolivya ulusal maden şirketi Comibol ve ulusal lityum şirketi Yacimentos de Litio Bolivianos tek başlarına bu kaynakları işletecek sermayeye, insan gücüne ve teknolojiye sahip değil. Dış yatırım şart.
İmdatlarına iki Çinli şirket – TBEA Grubu ve China Machinery Engineering – yetişmiş, anlaşılan.
Darbenin nedenlerinden birisinin de ABD’nin “arka bahçesi”nde böylesine stratejik bir madenin çıkartılması ve dünya piyasalarına sunulmasında Çin’in baş rol almaya çalışması ve bunun kaynağında önlenmesi çabası olduğu söylenebilir.
Önümüzdeki dönemde artık petrol ve doğal gazdan çok uranyum, toryum, lityum, kobalt ve nadir toprak kaynakları üzerinde geopolitik çekişmeler yaşayacağımız kesin gibi görünüyor.
Türkiye’nin bu çatışmaların dışında kalamayacağını, kaynak paylaşımı mücadelesinde gücü ve gereksinimleri ile orantılı etkin bir rol geliştirmesi gerektiğini anlatmaya gerek var mı?
MEHMET ÖĞÜTÇÜ KİMDİR?
Diplomasi, yatırım ve enerji dünyasının önde gelen “uluslararası otoritelerinden biri” olarak tanınan Mehmet Öğütçü, halen merkezi Londra’daki doğal kaynak ve enerji yatırım sirketi Global Resources Partnership’in başkanı.
Aynı zamanda The Bosphorus Energy Club ve İngiltere’de “Enerji Davosu”na dönüşme yolundaki The London Energy Club’in kurucu başkanlığını yürütüyor. Brüksel’deki Energy Charter’ın “Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi özel elçisi”, merkezi Manila’daki Asya Kalkınma Bankası’nın strateji danışmanı. Brüksel’deki hükümetler-arası enerji teşkilatı Energy Charter’ın Ortadoğu ve Asya bölgelerinden sorumlu “Özel Elçisi” görevini de yürütüyor.
Önceki meslek yaşamında İş Bankası Müfettiş Yardımcısı, Başbakan Turgut Özal’ın danışmanı, Ankara, Pekin, Brüksel ve Paris’te kariyer diplomat olarak çalıştı. 11 yıl boyunca merkezi Paris’teki Uluslararası Enerji Ajansı ve “Zenginler Klübü” diye de bilinen OECD’nin üst düzey yönetiminde görevler üstlendi.
Londra’da dünyanın en büyük doğal gaz şirketlerinden British Gas (BG) Group’un hükümetler ile ilişkiler ve iş geliştirme stratejilerinden sorumlu direktör idi. Cokuluslu enerji, yüksek teknoloji, tren, güvenlik, iletişim, finansal hizmetler şirketlerinin danışma kurullarında görev yaptı. Yaşar Holding’te Pınarsu, DYO ve Viking Kağıt şirketlerinin bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak çalıştı. Şişecam’da da bağımsız yönetim kurulu üyesi oldu. Aynı zamanda Londra Borsası’na kayıtlı petrol ve doğal gaz arama şirketi Genel Energy plc’nin kuruluşundan itibaren yedi yıl bağımsız yönetim kurulu üyesi idi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, London School of Economics ve Bruges’daki College d’Europe mezunu. Halen, zaman zaman LSE, Reading, Dundee, Nazarbayev, Harvard, Tsinghua Üniversiteleri, Azerbaycan Diplomatik Akademisi ve Harvard’ta “Enerji Jeopolitiği”, “Gelecek Öngörüsü”, “Rekabet Gücü” ve “Kalkınma İçin Yatırım” konularında, konuk öğretim görevlisi olarak ders veriyor.
Yurt dışında yayımlanan yüzlerce kitap, makale ve araştırma raporunun yanısıra ülkemizde Çin’e yönelik ilk stratejik vizyonu ortaya koyan “Yeni Ekonomik Süper güç Çin ve Türkiye: Somut Tavsiyeler” çalışması 1994’de TÜSİAD tarafından karar alıcılara sunuldu. Dört yıl sonra “Yeni Ekonomik Diplomasi Stratejisi”ni hükümete sundu.“Geleceğimiz Asyada mı?” (Milliyet), “Yükselen Asya” (İmge), “2023 Türkiye Yol Haritası” (Etkileşim) kitaplarıyla ufuk açıcı öneriler geliştirdi.“Yeni Büyük Oyun: Neresindeyiz, Nereye Gidiyoruz?” (Doğan Kitap, 2017), “The New Geopolitical and Economic Journey: Turkey’s Next Ten Years” (Bilgesam, 2018) kitapları yayımlandı. “The Life iş a Journey: Traveler Diplomat” ve “Yumuşak Karnımız: Enerji” kitaplarının yayın hazırlıkları sürüyor.
1962 yılında Ankara’da doğan Öğütçü, İngilizce, Fransızca ve konuşma düzeyinde Çince biliyor.