Aşağıdaki metin, BEC Başkanı Mehmet Öğütçü’nün, Star Gazetesi yazarı Ercan Baysal’a 14 Eylul 2015 ‘te verdiği röportajın tam metnidir.
Ercan Baysal: Dünya’da yeni bir “Enerji Oyunu” var mı?
Son 10 yılda tanık olduğumuz inanılmaz süratteki yeni dinamikler nedeniyle enerjide alışageldiğimiz “oyun”, eski oyuncuların yazdığı “oyunun kuralları” ve ülke, şirketler bazında “oyuncular” değişti, hala değişmeye devam ediyor. Ve bu yeni oyuna uygun esnek, yaratıcı politikalar geliştirmeyenler oyun dışında kalacak, eski düzenin etkisiz oyuncuları olmaya mahkûm olacaklar.
Eskiden on yıllara yayılan enerji değişimleri teknoloji sayesinde bir iki yılda etkisini gösteriyor. 10 yıl önce kimse kayagazının, sıvılaştırılmış doğal gazın, yenilenebilir enerjinin bu noktaya geleceğini öngöremezdi. Araba yakıt tüketiminde yüzde 50 verimlilik kazancını da, güneş enerjisinin depolanması mucizesini, elektrikli araçların yaygınlaşması şaşkınlığını, yakında her hanenin kendi enerjisini üretebilecek kapasiteye kavuşabilecek olmasını da.
Bu nedenle, ülkemizde enerjide olup bitenleri iyi anlamak, neler yapmak gerektiğini ortaya koyabilmek için göbeğimizden bağlı olduğumuz yeni küresel enerji düzeninin dinamiklerini, hem küreselleşmeyi, hem rekabet gücünü, hem jeopolitik nüfuz mücadelesini temelden etkileyen “oyun değiştirici” gelişmeleri iyi anlamamız, uzak görüşlü bir menzilde değerlendirmemiz, uygun dersleri çıkartıp yeni stratejik tutumlar belirlememiz gerekiyor.
Ercan Baysal: Nedir bu yeni oyunun baslıca özellikleri?
Artık talep büyümesi, doygunluğa uğramış, gerileme emareleri gösteren OECD dünyasından değil Çin ve Hindistan’ın başını çektiği Asya ekonomilerinden geliyor. Dünyanın yeni dengelerinde BRICS ülkelerinin ağırlığı hızla artıyor. Ortadoğu ve Körfez bölgeleri de talep haritasına çoktan girdiler.
Enerji arz haritası da 10 yıl öncekinden çok farklı. ABD, kaya gazi ve diğer konvansiyonel olmayan yakıtlardaki üstünlüğü sayesinde dünyanın yeni enerji süper gücü olma yolunda, Rusya’yı doğalgazda, Suudi Arabistan’ı ham petrolde dünya liderliği tahtından indirmek üzere.
Enerji zengini kaynak ülkeler ile yüksek değerli enerji pazarlarını içeren, aynı zamanda bunlar arasında köprü işlevi gören Çin’den Güneydoğu Avrupa’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan’a kadar uzanan geniş coğrafya, artan ölçüde devlet başkanlarının, şirket başkanlarının, yatırımcıların, finansörlerin, stratejistlerin, generallerin, istihbaratçıların, çevrecilerin, gazetecilerin ve uluslararası kuruluşların ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Ercan Baysal: Doğal gazda “Altın Çağ” başladı mi?
Dünya enerji denkleminde doğalgazın payı, özellikle elektrik üretimi, ulaştırma ve petrokimya sektörlerinde, giderek daha da artacak. Kömürden yüzde 45 daha az karbon salınımı çıkardığından doğal gazın büyümesi iklim değişikliği hedefleri bakımından da iyi bir haber.
Önümüzdeki 15 yıl zarfında petrol, kömür ve doğalgazın payları ortalama yüzde 25-26 bandında olacak. Kaya gazi, Rusya gibi geleneksel üreticilerin hakim pozisyonunu sarstığından, oyun değiştirici olmaya devam edecek. LNG ile boruhatti gazi da ayni fiyat düzeyine doğru yaklaşıyor; eskiden boruhatti uzunluğu 3000 km. geçtiğinde LNG ekonomik olabilirdi. Bölgesel fiyatlardan petrol gibi küresel fiyatlara geçiş daha çok zaman alacak.
Doğalgazda oynak spot piyasa fiyatları ancak geçici arz-talep dengesizliğinde başvurulacak bir yöntem. Uzun vadeli boruhatti ya da LNG alımlarında fiyat istikrarı özellikle üretici/satıcı bakımından önemli. Alım tarafını garanti altına alıp, alım sözleşmesi imzaladıktan sonra yatırıma gidiyor. Yoksa bankalar yatırım için size 5 kuruş vermez.
Şu anda İsrail’in yaşadığı sıkıntı bu. Açık denizdeki Leviathan doğalgaz sahası için güvenilir bir alici çıkıp “Şu fiyattan her yıl 10 milyar metreküp alırım” desin, o zaman nihai yatırım kararı alınır ve üretim yönünde çalışmalar hızlanır. Kurt Bölgesel Hükümeti Ankara ile gaz satış anlaşmasını imzaladı; gaz üretimi için yatırımda ciddi sıkıntı çekmeyecek bu nedenle.
Üstelik LNG fiyatları da neredeyse boru hattı fiyatlarına yaklaşmaya, yani ucuzlamaya başladı. Çünkü dediğim gibi Katar gibi geleneksel üreticiler sıkıntıda. Sürekli yeni rakipler çıkıyor. Avustralya çıktı. Mozambik, Angola. Tanzanya yolda. Türkmenistan’ı saymadım bile. Doğalgazda dünyanın en büyük ikinci rezervine sahip Iran bir açılsa. Türkmenistan ise dünya gaz rezervlerinde dördüncü büyük ülke. Yani, gelecekte piyasada çok fazla gaz olacak.
Doğal gazda arz fazlası ve talep daralması nedeniyle satıcıdan ziyade alıcının üstünlük kurduğu “oyun değiştirici” yeni doğal gaz düzeninde hızla büyüyen talebi ve yüksek ödeme gücü ile Türkiye (ve ötesindeki Avrupa) hem Rusya hem de çevresindeki Azerbaycan, İran, Irak’ın Kürt Özerk Yönetim Bölgesi, hatta ileride Doğu Akdeniz gazi, için çok cazip bir pazar.
Ercan Baysal: Yenilenebilir enerji devrimi başladı, denilebilir mi?
Evet. Avrupa’da özellikle son 10 yılda izlenen politikalar neticesinde, fosil yakıtlar ve nükleer aleyhine gelişen, tam bir devrim yaşanıyor yenilenebilir enerjide. Ve bu devrimin liderliğini Avrupa’da Almanya, İngiltere ve İspanya, dünyada ise Cin ve ABD yüklenmiş durumda.
Daha şimdiden eski kıtada üretilen elektriğin üçte biri yenilenebilir enerjiden geliyor. Bunun, yüzde 18.5’i hidro, yüzde 14.4’u rüzgar ve güneş enerjisi. Sadece dört yıl önce bu rakam yüzde 24 idi. AB, 2030’a kadar yüzde 27 yenilenebilir enerji hedefi koydu ki bu da yüzde 46 yenilenebilir elektrik anlamına geliyor.
“Devrimci”lerin hedef koydukları yüzde 80’e kadar çıkabilir ama bunun gerçekleşmesi için tüm elektrik sistemi ve değerler zinciri değişmek zorunda. Daha fazla depolama, talep yönetimi, daha süratli mobilite, veri yönetimi, transmisyon sistem operatörleri ile dağıtım sistem operatörleri arasında daha fazla işbirliği gerekiyor.
Yatırım çekmek için karlılığa ve uzun vadeli sürdürülebilirliğe dair güçlü piyasa sinyalleri verilmesi de önemli.
Tabii ki AB enerji dünyası homojen değil. Her ülkenin enerji karışımı çok ciddi farklılık gösteriyor. Danimarka, rüzgarda öncü, yüzde 42,7 ile. Onu izleyen ülkeler: Portekiz (24.1), İrlanda (21.2), İspanya (19.1), Fransa (3.1) ve Norveç (1.6). Güneş enerjisinde ise Yunanistan (9.5) ve İtalya (8.7) piyasa lideri.
Toplam yenilenebilir enerji üretiminde hidro dahil yüzde 60 üzerinde olanlar var: İzlanda, Norveç, İsveç, İsviçre, Portekiz ve Avusturya. Fransa’da nükleer elektriğin ezici hükümranlığı var.
Ercan Baysal: Bizde durum nasıl?
Kişi başına enerji tüketiminde OECD ortalamasının (182 milyon BTU) üçte biri düzeyindeyiz. Yani tüketim arttırma potansiyelimiz yüksek.
Nitekim, elektrikte talep 2000’den bu yana yüzde 90 arttı ve 2030’a kadar yüzde 160 civarında ilave artış bekleniyor.
Ülkemizde rüzgardan elektrik üretimi nisbeten yakın geçmişte başladı, muazzam bir süratte ilerliyor. Rüzgâr enerjisi, yenilenebilir enerji kaynakları arasında Türkiye’de gelişmeye en açık olanı 48 GW’lik (38 GW kara ve 10 GW deniz) rüzgar potansiyeli ile birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek bir potansiyele sahip olmasına rağmen rüzgar kurulu gücümüz bu ülkelerin çok gerisinde.
Halihazırda 60GW civarındaki elektrik tüketimimizde hidro’nun payı 25GW, rüzgarın 5.6GW, jeotermalın 360MW, güneşin 300MW ve biyokütlenin 380MW. Doğal gaz kaynaklı elektrik enerjisi üretiminin toplam üretim içindeki payı ise yüzde 45; 2019’a kadar bunun yüzde 38’e indirilmesi öngörülüyor.
Ülkenin toplam ithalatının neredeyse dörtte birini ($54 milyar) enerji ithalatına harcayan Türkiye’nin yenilenebilir enerji yoluyla, artan ölçüde dışarıdan teknoloji ve ekipman getirme gereksinimini de azaltarak, hem temiz enerjiye yönelmesi hem de daha ekonomik ve rekabet edebilir bir enerji düzeni kurmaya yönelmesi önem taşıyor.
Ercan Baysal: Orta vadede enerji arzını yaratırken yenilenebilirin payını daha da arttırmamız mümkün mu?
Hedef bu. Yerel kaynakların enerji dengesindeki payının arttırılmasına çalışılıyor. Elektrik üretiminde temiz enerjinin payının yüzde 30’a çıkartılması hedef. Mevcut düşük petrol fiyatı ortamı ne yazık ki bu çabaya pek yardımcı olmayacak gibi; zira yenilenebilir alanda yatırım yapmanın cazibesini azaltıyor. Dünyada da böyle.
Avrupa Birliği, masa basında çok cicili bicili hedefler koyuyor; ama uygulamada gerçekten hayli uzakta kalıyorlar. 2020’ye kadar enerji hedefi 20-20-20’ydi. Enerji verimliliğini yüzde 20 artıracak, yenilenebilirin payı yüzde 20 olacak ve CO2 emisyonları yüzde 20 düşecekti. Bunların tutturulması zor görünüyor. Tıpkı dünya rekabet gücü liginde birinciliği hedefleyen 2010 Lizbon Stratejisi gibi.
Petrole gitmeyen ve ortada kalan yatırımların bir kısmi ister istemez yenilenebilir enerjiye kayacak. Şu anda maliyeti yüksek de olsa, sübvanse ediliyor da olsa, temiz ve “akilli” enerji geleceğimiz; bundan kuşku duymuyorum.
Ercan Baysal: Enerjinin çevre boyutunu ihmal ediyor muyuz?
Galiba hem çevre hem de enerji verimliliği icraatta hakettiği ilgiyi görmüyor, bu yönde politika açıklamaları eksik olmasa da. Enerji, sonuçta insanların rahatı, refahı ve sağlığı için gerekli. Gelecek nesillere bırakacağımız gezegenimizin ekolojik dengesini koruma hedefi de her zaman kafamızın gerisinde olmalı.
Gözü kardan baksa bir şey görmeyen yatırımcılara karşı kamu menfaatini savunacak, çevreyi kim koruyacak? Bence, devlet, hukuk ve sivil toplum kuruluşları. Çevre lobisinden şikayet çok gündeme geliyor.
“Ne desek çevreciler karşı çıkıyor, peki bu ülke ihtiyacı olan enerjiyi nasıl üretecek o zaman?” diyorlar. Bu doğa sadece bizim için değil, gelecek kuşaklar için de var. Sonuçta her enerji kaynağı (petrol, doğal gaz, jeotermal, rüzgar, güneş, nükleer) mutlaka değişen şiddette doğaya tahribat veriyor ama önemli olan bunu asgaride tutmak.
Türkiye’nin yumuşak karnıdır enerji. Doğrudur, “kalkınmayı nasıl gerçekleştireceksiniz enerji olmadan?”, “rüzgar, güneş, nükleer türlü yan etkiler yaratıyor diye vaz mı geçelim?”.
Doğrudur, süratli kalkınma, dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına katılması, yeni iş imkanları açılması, medeniyetin enerjiyle işleyen nimetlerinden yararlanılması için olmazsa olmazdır. Doğrudur, önümüzdeki 20 yıllık dönemde tüketim merkezlerinden gelen talepleri karşılayabilmesi için ülkemizin mevcut elektrik üretim kapasitesini yüzde 100 artırması gerekiyor.
Doğrudur, petrol, doğal gaz, kömür, nükleerde göbeğimizden dışa bağımlı olduğumuz, yenilenebilir teknolojide her yıl 54 milyar dolar ithal faturası ödediğimiz, enerji güvenliğimiz. iklim değişikliğinden kaçınmamız ve uluslararası rekabet gücümüzü arttırmamız için rüzgar, güneş, jeotermal, hidro elektrik kaynaklarına daha fazla yönelmeliyiz. Nükleer’e de.
Hükümet, 2023’e kadar dış kaynaklara olan bağımlılığımızı azaltacak şekilde, iç kaynaklardan azami ölçüde yararlanmayı, elektrik üretiminin yüzde 30’unun (yaklaşık 20GW) yenilenebilir kaynaklardan temin edilmesini hedefleyen bir yaklaşım benimsedi. Buna kimse itiraz etmiyor, etmemeli de.
Gerçekten de Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği açısından birçok ülkeye kıyasla son derece elverişli bir konumda. Zengin, değerlendirilmeyi bekleyen hidrolik enerji, biyokütle, rüzgâr, biyogaz, jeotermik ve güneş enerjimiz var.
Temiz enerji kaynakları her zaman öyle anlatıldığı gibi ekolojik değildir. Onlara gözlerimiz, kulaklarımız kapalı tapınmanın anlamı yok. Başlangıçtan akıllı, doğa ve insan odaklı bir yaklaşım benimsenmelidir.
Yüksek gerilim hatlarından kaynaklanan mahzurların rüzgar gülleri için de geçerli olduğuna dair araştırma sonuçları var, modern rüzgar türbünleri eski tasarımlara kıyasla çok daha az gürültü yaratsa da.
Gürültü, daha doğrusu uğultu, sessiz çalıştığı söylenenler için dahi rahatsız edici. Bu birkaç değil 1o kilometreden daha fazla uzaklığa ulaşabiliyor rüzgarın yönüne bağlı olarak. Bu itibarla, rüzgâr çiftliklerinin genellikle insan yerleşimlerinden olabildiğince uzakta kurulması gerekiyor. Öyle 700-800 metre değil en az yaklaşık 2 km dışına.
Bazı insanlar rüzgar türbünlerinin aslında hoş göründüğüne inanmakla beraber çoğunluk bu konuda ters yönde düşünüyor. Doğanın sakinliğini, özgün görüntüsünü bozduğu, mekanik bir çirkinlik yarattığı düşünenler giderek artıyor. Rüzgar çiftlikleri hemen yakınındaki bölgelerde hava durumunu etkilemektedir. Tıpkı bir teknenin motoru çalıştığında etrafına yaydığı işi ve türbülans gibi rüzgar gülleri de hava akımını, ısısını doğal olandan farklı bir mecraya yöneltmektedir. Türbünlerden çıkan ses ve tam duyulamayan, net algılanamayan alt-ses dalgaları psikolojik düzensizlikler yaratabiliyor.
Bu saydığımız olumsuz etkilerden hareketle rüzgar enerjisinin istenmediği gibi bir sonuç çıkartılmamalı. Elbette gerekli, elbette diğer enerji kaynaklarına kıyasla daha temiz ve çevre dostu.
Önemli olan, ne pahasına olursa olsun rüzgar türbinini yerleştirip elektriği üretmektense doğal habitata, çevreye, insanların görüntü ve gürültü kirliliğinden, sağlık sorunlarından muzdarip olmalarına yol açmadan, özellikle de turistik ve tarihi yörelerden mümkün olduğunca uzakta inşa edilmelerini temel politika tercihi olarak benimsemek gerekiyor.
Aksi taktirde, okyanusta damla kadar enerji üretmek için başka üstünlükleri bulunan eşsiz bölgeler ekonomik, kültürel, turistik ve doğal kayıplara maruz kalacaktır. Bu gerekçeler güzelim nehirler üzerine kurulan küçük hidroelektrik santralleri, kömürle çalışan termik santraller ve üzerine her bir MW enerji için 4,000 panel yığılmış verimli araziler için de söz konusu.
Projelere sadece ticari pencereden bakmayalım böylesine uzun vadeli yansımaları olacak “yeşil enerji” yatırımlarında. Yerel toplulukların desteğini almayan, hizmet edeceği insanların hassasiyetlerini dikkate almayan projeler başarılı olamaz orta ve uzun vadede. Gözümüzün içi gibi korumamız gereken yerlerin sırtından sağlamayalım ilave enerjiyi. Yerini iyi seçelim. Oldu bittilerden kaçınalım. Hukuka uyalım. Vur deyince öldürmeyelim.
Sonuçta, unutmayalım ki, enerji dahil herşey insan için. İnsanlara “biz sizi sizden daha iyi düşünürüz demeyin” isterseniz. Lütfen yeniden gözden geçirin rüzgar güllerinin, güneş enerjisi, hidroelektrik projelerinin yer seçimini, çevre ve toplumsal etkisini. Ve ileride onarılması mümkün olmayan hatalar yapmayalım enerjiyi yeşillendireceğiz derken.
Ercan Baysal: Enerji ile siyaset arasındaki bağlantı neden hep gündemin üst sıralarında?
Enerji ile güvenlik, dış politika, çevre, vergi, yönetişim bağlantısı entegre bir bakış açısını zorluyor. Enerjinin siyaset ile bağlantısı da giderek güç kazanıyor. Enerjiyi sırf piyasa güçlerinin eline teslim edilecek bir meta olarak görmenin büyük yanılgı olduğu ortada.
Tarih boyunca siyasetle hep içiçeydi. Devletlerin coğrafi sınırları enerji rezervlerine göre cetvelle çizildi. Ülke işgalleri açgözlü diktatörlerin enerji iştahının kabarmasından doğdu; onlara karşı “kurtarma” operasyonları ise enerji kaynakları üzerindeki paylaşım mücadelesinin bir yansıması olarak gerçekleşti.
Enerji hiçbir zaman politikadan, jeopolitikten ayrı mütalaa edilemez. Bunlar çoğu zaman atbaşı gidiyor. Dünyanın yakın tarihi bu konuda bize onlarca örnek sunuyor. Bugün de dünya siyasetinin tam göbeğinde enerji.
Çin, 2030′a kadar günde 12 milyon varil ham petrolü nereden ithal edeceğini düşünüyor kara kara. Aynı şekilde elektrik üretimi, sanayi, tarım ve evlerde kullanılmak üzere boru hattı ve sıvılaştırılmış doğalgaz talebi de toplam enerji bileşimindeki mevcut yüzde 3′den o zamana kadar dört kat artarak yüzde 12′ye yükselecek. Gıda, şu, maden, metal ve diğer emtia piyasalarında da benzeri talep patlamaları dünya ticareti, jeopolitik, ekolojik dengeleri ve kültürel etkileşim bakımlarından köklü dönüşümlere yol açabilir.
Ekonomisini göbeğinden petrol ve doğal gaz ihracına bağlamış Rusya, Hazar ve Körfez ülkeleri, Venezuela, Nijerya’nın gözleri fiyat oynamalarında. Aralık 2009′da Kopenhag’da ivme kazanacağı tahmin edilen iklim değişikliği sözleşmesinin getireceği yükümlülükler kadar temiz enerji ekonomisine geçişin sağlayacağı yeni fırsatlar da müteşebbislerin, politika yapıcıların beynini karıncalandırıyor. Petrol satışından elde ettikleri vergiler olmasa birçok ülkenin Hazine’si çökebilir.
İşte böylesine değerli metayı siyasetçilerin kendi haline bırakmaları düşünülemez. Onu stratejik sektör ilan eder, onunla iştigal edecek “ulusal şampiyon” şirketler yaratır, onun güvenliği için silahlı kuvvetlerini harekete geçirir.
Dünya’da yükselen bir “enerji demokrasisi” hareketi var. Enerji, menfaatler, ihtiyaçlar, insanlar, gezegenizimin geleceği ve mevcut doğa arasında doğru dengeyi kurmayı hedefleyen bir hareket. Her şeyi yapabileceklerini düşünen komünist parti politbüro üyeleri bile Çin’de bu kavrama boyun eğmeye başladılar. Gideni geri getirmek onyıllar alıyor. Elimizdekine sahip çıkalım; gerekirse ithalat faturası artsın. Bakın Japonya’ya, Kore’ye.
Ercan Baysal: Rusya ile ilişkilerimiz nasıl evriliyor?
Tarihte en fazla çatıştığımız ülkelerin başında gelen Rusya, bugün hem bölgesel jeopolitik hem de turizm, inşaat, madencilik, savunma sanayii alanlarında ikili ekonomik ilişkiler bakımından Türkiye’nin en önemli ortağı konumunda.
Ticaretin 100 milyar dolara çıkartılması hedeflerini ortak kabine toplantılarında konuşuyoruz. Aramızda vize zorunluluğu yok. Rusya, kollektivist düşünce yapısı ve Asya kültüründen insanlarla yüzyıllar boyunca beraber yaşadığından bize Batı’ya olduğundan daha yakın. Doğal kaynakları, eğitimli nüfusu, uçsuz bucaksız topraklarıyla önemli fırsatlar sunuyor.
Petrol, doğal gaz ve kömürde enerji ithalat gereksinimizin önemli bir bölümünü sağlıyor. Mersin Akkuyu’daki ilk anahtar teslim nükleer santralı tamamladığında ülke elektrik piyasasında da belirleyici olacak.
Lakin ilişkilere bizim bakışımız ile Rusların bakışı arasında epey bir uçurum olduğu görülüyor. Rusya’da hala Türkiye’ye yönelik güvensizlik giderilemedi. Fiyat müzakerelerinden kaynaklanan Türk Akımı ile ilgili son gelişmeler de bunu doğrular nitelikte.
Suriye konusunda Ankara’yı dışarıda tutma, bu konuyu konuşmakla birlikte muhatap almama yaklaşımı devam ediyor. Türkiye çözümün değil sorunun bir parçası olarak görülüyor. Suriye’de İŞİD’e karşı mücadeleyi destekliyor Moskova. Muhalifleri de yönetime katacak geçiş dönemi sonunda, şayet boşluk yaratmayacağına inanırsa Moskova Esad’ın iktidarı terk ederek ülkeden ayrılması seçeneğine de sıcak.
Geçenlerde gönderilen Rus askerleri Suriye’nin yanında cephede savaşmayacaklar. Silah ve eğitim desteği veriliyor. Lazkiye’deki donanma üssü sadece lojistik amaçlara hizmet ediyor.
Afganistan’daki askeri müdahale koskoca Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ilk adımı idi; bu yüzden Doğu Ukrayna’ya kendi toprağı gibi baktığı için destek veren Rus halkı Suriye’ye askeri müdahaleye geçit vermez.
Asıl korku, Suriye’deki stratejik konumu kaybetmenin yanısıra İŞİD’in Rusya’ya sızması. 2000’den fazla Rusça konuşan militan var halihazırda İŞİD saflarında çarpışan. Orta Asya’dan katılım da artıyor. Suudi Arabistan, para ödeyerek Rusya’yı satın alacağını düşünüyor ama sonuç alamıyor.
Türkiye hala Avrupa’nın bir parçası olarak algılandığı için Ortadoğu stratejisinde güçlü bir yere sahip değil Moskova’nın gözünde. İran daha önemli. Ermenistan ve “soykırım” konularında Putin Ankara’yı rahatsız etti. Aslında gerek yoktu. Obama’dan ders alabilirdi. Moskova için Rusya’ya sıcak bakan Azeriler, Türkiye daha az önemli değil.
Kürt meselesi eskisi kadar Rusya’nın radarında öne çıkmıyor. Türkiye’de Kürt sorunun karmaşıklaşması ve istikrarı tehdit etmesinden bir menfaati yok. Köktendinci İslami militanlar ve onlara destek verenler daha fazla kaygılandırıyor.
Ankara’nın daha bağımsız hareket ederek Avrasya Birliği ve Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na yaklaşması Moskova’da memnuniyetle karşılanıyor. Ama tüm bu adımlar iki ülke arasındaki güvenin tesis edildiği anlamına gelmiyor.
Dikkat ederseniz, Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ve dış politika/güvenlik danışmaları yeterince sık değil. Rus bakanlar, liderler, işadamları İran, Çin, Suudi Arabistan ve Batılı muhatapları ile daha fazla konuşuyorlar, birbirlerini ziyaret ediyor, iş yapıyorlar. Bu gidişatı değiştirmek için liderler düzeyindeki zirve diplomasisini daha alt düzeylere de yaymak, angajmanlarımızı arttırmak zorundayız.
Ercan Baysal: Türk Akım projesi neden yavaş ilerliyor?
Rusya ile ilişkilerimiz kapsamlı bir “paket” çerçevesinde yürütülüyor. Bu çerçeveyi en tepede Putin ile Erdoğan çiziyor. Uygulamadan da yakın zamana kadar ilişkilerin en önemli ayağı olan enerji dosyasını yöneten İgor Sechin ile Taner Yıldız sorumlu idi.
Hem Samsun-Ceyhan hattı, hem Rosatom’un Akkuyu nükleer santralı, hem doğal gaz satış sözleşmeleri, hem en son Türk Akım projesi hep bu paket yöntemi ile bugünlere kadar geldi ya da gelemedi. Sık sık Çeçen sorunu, Öcalan’ın kısa ziyareti, gıda ihracatına kısıtlamalar, inşaatçılara yeni projeler de denkleme dahil oldu.
Türk Akımı sayesinde Rusya öyle bir stratejik hamle yaptı ki bir taş ıle aynı zamanda birkaç kuşu birden vurdu. Putin, enerji satrancında usta bir oyun kurucu olduğunu bir kez daha gösterdi.
Hiç bir ekonomik fizibilitesi olmayan ve düşen petrol/gaz fiyatları, talebi ve AB engellemeleri ortamında varlık nedeni ortadan kalkmakta olan 63 milyar metreküplük Güney Akım projesini öldürdü, yerine kendisine rakip Güney Gaz Koridoru gibi diğer gaz projeleri tehdit potansiyeli de taşıyan Türk-Yunan sınırındaki gaz “hub”i önerisini masaya koydu.
Bu aynı zamanda Çin ile imzaladığı 400 milyar dolarlık Irkutsk gazi anlaşmasından sonraki en önemli Rus hamlesi oldu.
AB’nin rekabet gerekçesini ileri sürüp Rusya’yı Avrupa doğal gaz piyasasında kısıtlama çabalarına karşı bu proje Moskova’nın aynı zamanda yeni bir meydan okuması olarak da görülebilir. Ukrayna’yı devre dışı bırakarak Avrupa’ya doğalgaz ihracatının önemli bir bölümünü Türkiye ve Yunanistan üzerinden taşımayı planlayan Rusya ile keskin fiyat satrancı oyunu hız kesmeden devam ediyor.
Türkiye, Türk Akımı’nda temkinli davranarak, proje başlamadan önce kendi gelecek menfaatlerini ilgilendiren önemli her detayın garanti altına alınmasını istiyor. Rusya ise projenin ilk ayağının, planlandığı gibi, 2016 sonuna kadar bitmesi için hızlı davranmak zorunda.
Gaz piyasasında ‘tok alıcı’ haline gelen Türkiye, geçmiş deneyimlerinin ve geleceğin dünya gaz dinamiklerinin ışığında Türk Akımı’nda ‘akıllı’ hareket ediyor, acelesi yok; kılı kırk yararak her ihtimali hesapladığı için görüşmeler yavaş ilerliyor.
Bu nedenle de Rusya’nın Türk Akımı’nda hem kendi şartlarını dayatmada hem de hükümetler arası anlaşmayı imzalatmakta sıkıntı yaşadığını söyleyebiliriz. Türkiye, her detayı kendi menfaat mihenk taşına vuruyor.
Türk tarafının zorluğunun nedeni, geçmişte yaşanan “Al Ya da Öde”, üçüncü taraflara satamama, fiyat hesaplama yöntemi gibi aksaklıklardan kaynaklanıyor. Ayrıca Batı’nın Rusya’ya yönelik ambargosu ile AB’nin rekabet kuralları kısıtlamaları da durumu karmaşıklaştırıyor.
Önümüzdeki dönemde AB’de gaz talebi sanıldığı kadar çok artmayacak. Dahası, Ukrayna krizinin doğrudan sonucu olarak Avrupa 2010’ların sonuna kadar Rusya’dan gaz ithalatını yüzde 25 civarında (45 milyar metreküp) azaltmayı planlıyor.
Yine de AB içinde gaz üretiminin azalması nedeniyle 2030’a kadar gaz talebinin AB’de 650 milyar metreküpe ulaşması, ithal bağımlılığının da 2020’ye kadar yüzde 75, 2030’a kadar ise yüzde 85’e çıkması bekleniyor. Bu talebi karşılamada Norveç, Kuzey Afrika, Amerikan kaya gazi ve LNG de artan ölçüde pay sahibi olacak.
Enerji verimliliği, yenilenebilir enerjinin Almanya gibi ülkelerde elektrik üretiminde büyüyen payının gaz talebini sınırlandırması bekleniyor.
Rusya, 2019 sonuna kadar Ukrayna’dan gaz göndermeyi tamamen bitirmek istediğini söylüyor arada çelişkili mesajlar gönderse de. AB ise tek başına Rus gazına bağımlı olmaktan korkuyor. Bu nedenle, Türkiye kendi aşamasına onay verse bile Brüksel’in de Yunan sınırına yığılacak 50 milyar metreküpe yakın Avrupa dağıtımı için ikna edilmesi gerekli.
Türk Akımı, Brüksel’i (ve de Washington’u) rahatsız eden bir proje. Mart 2015’de Ankara’yı ziyaret eden Avrupa Komisyonu’nun enerji politikalarından sorumlu üyesi Maros Sefçoviç şöyle dedi: “Bu kadar büyük miktarlardan bahsederken Avrupa’yla konuşup görüşmeden karar alamazsınız. Projeleri tek taraflı olarak değiştirip Avrupa gibi büyük bir doğalgaz müşterisine bu şekilde muamele edemezsiniz.”
Yunanistan’a gelen gazın, inşa edilecek doğalgaz dağıtım hatlarıyla Avrupa ülkelerine taşınması gerekecek. Bu altyapı yatırımını kim üstlenecek? Yunanistan, iflasın eşiğine gelmiş bir ülke. Rusya, yaptırımlarla, Ruble’de yaşanan değer kaybı ve düşük petrol fiyatlarıyla zora girmiş durumda.
Bu itibarla, Türk Akımı projesinin ayağa kalkabilmesi için Rusya – Türkiye – Yunanistan ekseninde bir anlaşma yeterli olmayacaktır; Avrupa Birliği de mutlaka işin içerisinde olmalıdır.
Ercan Baysal: Peki şayet bu proje yürümezse?
Türkiye açısından alternatif gaz kaynaklarının çoğaldığı bir ortamda Rusya kritik bir ortak olarak önemini koruyacak. Gaz arzı konusunda elbette Azerbaycan, İran, Irak Kürt bölgesi, Doğu Akdeniz yeni fırsatlar, elverişli fiyatlar sunuyor ama çoğu daha proje aşamasında.
Rusya’nın dünya’daki en büyük ikinci gaz pazarı. Bizim de en büyük tedarikçimiz. Bu itibarla iki tarafı özellikle de fiyat ve miktar konusunda tatmin edecek kazan-kazan bir orta yol bulunması kaçınılmaz. Bu çabaların sonuç vermesi için 1 Kasım seçimleri sonrasını beklemek zorundayız.
Ercan Baysal: Güney Gaz Koridoru olumsuz etkilenmez mi?
Türk Akım’ın Güney Gaz Koridoru’na etkisi de hesaba katılmak zorunda. Önümüzdeki beş yılda tamamlanması öngörülen 45 milyar dolarlık Güney Gaz Koridoru’nun hızlandığı, Irak’ın kuzeyindeki Kürt gazinin da 2018’den itibaren akmasına imkan sağlayacak nihai yatırım kararı öncesine denk geldi Türk Akım önerisi.
Hatırlarsanız 1990’ların başında Türkmen gazını getirecek Hazar Ötesi Gaz Boruhattı inşası yönünde karar alınmak üzere iken Moskova Karadeniz’in altından Mavi Akım’ı önerdi, kısa zamanda hayata geçirerek diğer seçeneği öldürdü. Nabucco ilk ortaya atıldığında da Güney Akım projesi piyasaya sürülmüştü.
Şimdi Şah Deniz-2, TANAP ve TAP süratle ilerlerken, yasama şansı kalmayan Güney Akımı öldürüp Türk Akımı öne sürülüyor. İran, Doğu Akdeniz ve Türkmen gazı da hareketlenebilir. Bunu Ankara’nın görmediğini söylemek stratejik kapasitemizi hafife almak olur.
Böyle bir ortamda Ankara’nın hem ucuz, ikmal güvenliği sağlam gaz tedarikini sürdürmesi, hem Rusya ile mevcut 33 milyar dolardan 2020’ye kadar 100 milyar dolara tırmanacak ticaret hacmini, 50 milyar dolarlık taahhüt işlerini, yatırımları, turizm, savunma işbirliğini sekteye uğratmaması hem de Batı ile ilişkilerini “Rusya mı, Batı mı?” ikilemine indirgemeden yürütmesi gerekiyor.
Kolay bir denklem değil. Muazzam yaratıcılık, diplomatik beceri, müzakerecilik ve doğru uzun vadeli öngörü olmazsa olmaz koşul bu işi başarıyla sonuçlandırmak için.
Ankara’nın naif hareket etmeyeceğini, bu durumu fırsatçı olmayan ağırbaşlılık, ulusal menfaat, güvenlik ve ekonomik diplomasi terazisinde dikkatle tartacağını söylemek yanlış olmaz.
Putin’in önerdiği gaz fiyat indirimi petrole endeksli fiyat düzeninde yetersiz bence. Ankara, “Türk Akımı”na imza atmadan önce fiyat müzakeresini “Kayseri ya da Kapalı Çarşı usulü pazarlık” yeteneğini kullanarak yapmak, sonuçlandırmak zorunda. Geçmişten de dersler alarak. Hiç acelemiz yok bu konuda. Acelesi olan Moskova.
Şayet Rus gazi diğer gaz kaynaklarını piyasa dışına itmek sonucunu doğurmayacaksa AB’ye 200 milyar metreküplük ithalat gereksiniminin yarısını Türkiye üzerinden göndermek hiç fena bir seçenek değil. Tabii burada “şayet” sözcüğünün altını çizmek gerekiyor.
Ercan Baysal: İran’ın uluslararası enerji camiasına dönüşünün yansımaları nasıl olacak sizce?
İran, yeni dünya düzeninde oyun değiştirici olma yolunda. İran, yaptırımların kalkmasının ardından ivedilikle 45 petrol ve doğal gaz projesini görücüye çıkartacak. Ülkenin üretimini ikiye katlamak hedefleniyor. Bu amaçla, yeni bir petrol ve doğal gaz arama (risk servis) sözleşmesi hazırlanıyor. Halihazırda petrol üretimi 2.85 milyon varil. 5.7 milyon varile çıkartılması pek güç görünmüyor; zira üretim maliyeti varil başına 8-10 dolar civarında.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ve Almanya ile Tahran yönetimi arasında varılan anlaşma enerji piyasaları açısından yeni bir dönemi başlattı.
İran, dünyadaki doğalgaz rezervleri bakımından ikinci, petrol rezervleri açısından da dördüncü sırada. Yaptırım kıskacından önümüzdeki yıl başından itibaren kurtulunca, şayet beklediği uluslararası yatırımlar da gelirse, İran’ın petrol üretimini ve ihracatını süratle artırması bekleniyor.
Zaten arz fazlası yüksek olan enerji dünyası için iyi bir haber değil. İran, yaptırımlar kalktıktan hemen sonra bir hafta içinde üretimini 500 bin varil arttırabileceğin ilan etti. Fazla çaba sarfetmeden birkaç ay içinde günlük 1 milyon varil ilave petrolü sunma kapasitesi var.
İran’ın niyeti gelecek iki-üç yıllık dönemde iç düzenini pekiştirmek, ekonominin çarklarını döndürmek ve bağımsız bir güç olarak yükselmek bağımsız bir güç olarak yükselmek.
Petrol ve doğalgaz üretimini önce iç tüketimde ve özellikle de katma değeri yüksek petrokimya devi olmak yolunda kullanacak. İran, piyasalara sıfırdan girmiyor; Çin, Hindistan ve Japonya ile ilişkileri var. İlerleyen dönemde piyasa payını artırabilmek için alıcılara Suudi Arabistan gibi Brent petrol fiyatının altında iskontolu anlaşmalar önerebilir.
Ercan Baysal: Türkiye ile İran arasında yeni bir anlaşma olacak mı? Olursa yeni bir boru hattından söz edebilir miyiz?
Doğal gazda fiyatın düşürülmesi halinde Türkiye İran’dan alımını arttırabilir. Bunun için de yeni bir doğal gaz boru hattına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Mevcut Tebriz-Erzurum hattının kapasitesini arttırmak teknik olarak mümkün.
İran’ın Avrupa’nın enerji tedarikinde ilerleyen zamanda Rusya’nın yerini alabileceği yönündeki söylemlere katılmıyorum. Bence bu mümkün değil. En fazla Türkiye’ye sattığı gazi şayet fiyatını düşürmeyi kabul ederse artırabilir. Jeopolitik mülahazalarla TANAP’a mütevazı miktarda gaz gönderebilir. Öncelik iç piyasayı tatmin. Sonra katma değeri yüksek ürün ihracı.
Türk şirketlerinin, açılacak İran pazarından pay almak için hızlı davranması gerekiyor. Türk firmaları en erken aşamada İran’a gidip oradaki muadilleri ile ölçek büyütecekleri yatırımlara girmeliler. İki üç yıl sonra fiyatlar yükseleceği, rekabet kızışacağı için aynı fırsatlar olmayacaktır. Önünüzdeki 6 ay bu anlamda kritik önemde.
Ercan Baysal: Peki Rusya, İran, Azerbaycan, Irak Kürdistan’ı bizim bölgesel gaz hub’i olma arzumuzu kamçılamıyor mu?
Rusya, Türkiye’nin bu konudaki zaafını ve tutkusunu çok iyi biliyor. Hub deyince gözlerimiz parlıyor, gülüyor. Onun için Ankara’da “Ben sizi hub yapacağım” mesajını verdi. Daha önce üçüncü ülkelere ihraç izni bile vermeyen Gazprom neden “u dönüşü” yaparak bu konuma geldi; bunu iyi tahlil etmek, Rusya’nın stratejisini uzun vadeli bir perspektifle okumak gerekiyor.
Başkasının enerjisiyle hub olmak ne derece mümkün iyi tartmak lazım. Aslına bakılırsa Türkiye’de gerçek manada hub olmanın ne anlama geldiği de bence çok iyi bilinmiyor. Öncelikle sürdürülebilir arzın gelmesi şart. Fiyatın serbest piyasa koşullarında oluşması da önemli, arz ile talebi doğru istikametlere göndermek bakımından.
Türkiye’nin, “Ben Erzurum’da ya da Samsun’a boruhattı indiğinde gazi ucuza alayım, sonra Edirne’de daha pahalıya Avrupalıya satayım” turu perakendecilik yapmasına imkan verileceğini sanmıyorum. Ayrıca, enerji ticaretinin finansmanı için etkin bir enerji borsası/finansman altyapısı da oluşturulmalı. Keşke bir bankamız sadece bu ise yoğunlaşsa. Bence, çok iyi para kazandırır bu iş.
Dahası, bu hub olma işi “Vana benim elimde, kapatırsam görürsün gününü” tarzı kabadayılığa hiç gelmiyor. Böyle bir yaklaşımın hissedilmesi bile üreticiyi de tüketiciyi de ürkütür. “Aman yeni bir Ukrayna mı yaratıyoruz” endişesi hasıl olur. Burada “yumuşak güç” olarak güven uyandırmak, açıklık ve şeffaflık önemli. Hukuki ve kurumsal altyapının çok sağlam olması da başka bir gereklilik.
Dış politikada çok dengeli ve hassas olmak önemli. En önemli şey: güven, güven, güven… Aksi halde hiç kimse “gel benim hub’im ol” demez. Hele hele Ruslar hiç yanaşmaz Ukrayna’da yaşadıklarından sonra. İran da, Azerbaycan da, İsrail de öyle.
Bizim bu konudaki politikamız net olmalı: Sadece üzerinden gazın akacağı transit ülke olmak istemiyoruz. Toprakları üzerinden kuzeyden güneye, doğudan batıya boru hatları geçmesi mütevazı transit ücreti dışında bize önemli bir katkı sağlamıyor. Buna mukabil getirdiği siyasi, çevre ve toplumsal riskleri çok daha fazla.
Diğer önemli bir husus da, bu tür enerji ticareti işleri, ortam şeffaf değilse, ülkede yolsuzluğu, rüşveti, yozlaşmayı, organize suç örgütlerini de artırıyor. Belki de en büyük yararı, ülkede siyasi istikrarı, dolayısıyla da ekonomik istikrarı güçlendiriyor olması. İç ve dış oyuncuların ortak menfaati nedeniyle.
Rusya açısından en büyük risk, Türk-Yunan sınırında toplanacak 50 milyar metreküplük gazi satmada ticari başarı sağlanamaması olur. TANAP, TAP ve Nabucco West, Rus gazinin en ciddi rakipleri olmaya devam edecek. Eğer Ruslarla bu anlaşma olursa Azerbaycan’dan gelen Güney gaz koridoru sekteye uğrar mı? Hükümet o konuda rahatlatıcı demeçler veriyor.
“Zaten Şahdeniz’de yüzde 19 ile en büyük ikinci ortağız, TANAP’da da payımız yüzde 30’a çıktı; kendimizi topuğumuzdan vurur muyuz hiç” diyor. Ama Rusların niyeti o. Onu biliyoruz. Ruslar bunu 1990’ların başında da yapmıştı hatırlarsanız. Türkmenistan’dan gaz gelecekti, bir anda Mavi Akım çıktı ve diğer seçeneği öldürdü.
Azerbaycan, 2018’den itibaren 16 milyar, 2030’a kadar da 30-35 milyar metreküp gaz sevkiyatı yapabilecek durumda. İran, Kürt ve Türkmen gazıyla 2030’a kadar Türkiye’nin Avrupa sınırına 50-60 milyar metreküp ihracat gazi gönderilmesi mümkün.
Rusya’nın aynı sınırda daha erken aşamada 50 milyar metreküplük bir hub yaratması gaz-gaz rekabetini artırır, diğerlerinin önünü kesebilir.
Şayet Rus gazi diğer kaynakları piyasa dışına itme sonucunu doğurmayacaksa ve AB’nin bugünkü 200 milyar metreküplük ihtiyacının yaklaşık yarısının (ya da 2040’daki 400 milyar metreküplük ihtiyacının dörtte birinin) Türkiye üzerinden gönderilmesi mümkün olacaksa “Türk Akımı” yüksek katma değer yaratacak şekilde devreye sokulabilir.
Gazın esas alıcısı AB ülkeleri siyasi ya da ticari nedenlerle buna yanaşmıyorlarsa zaten Türkiye’nin yapacağı fazla bir şey yok. Kendi gaz talebimiz belli.
Doğu Akdeniz’de hatırı sayılır doğalgaz kaynakları keşfedildi. Bu sahaları geliştirmek için gerekli finansman henüz bulunamadı. Şu anda en cazip pazar Türkiye ve onun üzerinden AB ülkeleri. Türkiye, Doğu Akdeniz’de oyun kurucu olma şansını kısa vadeli siyasi ihtilaflara feda etmemeli. Aynı şekilde Irak’ın kuzeyinden 2018 başından itibaren gelecek Kürt gazi da denklemimizde önemli bir yere sahip olmalı.
Kuzey Irak ile Bağdat yönetimi petrol gelirleri konusunda uzlaştı. Bu anlaşma öncesinde Kürt petrolünün ihracatı mümkün hale gelmişti. Rafineri ve tüccarların Bağdat’ın kara listesine girmekten çekindiği dönemde bile Kürt petrolü ciddi iskonto sayesinde kendisine İsrail, Macaristan, Singapur gibi pazarlar bulmakta zorluk çekmedi.
Bu anlaşmayla hem ödemeler biraz açılıyor hem de ihracat kolaylaşıyor. 2014 sonuna kadar mevcut günlük ihracat 500 bin varılden 700 bine çıkabilecek. Fiili ihracat da halihazırdaki günlük 300 bin varılden yıl sonunda 400, 2015’in ilk çeyreğinde de 500 bine ulaşacak.
Çevremizdeki ülkeler açısında gaz pazarı, transit ülkesi ve hub’i olarak gerçek bir cazibe merkeziyiz. En yüksek fiyat ödeyenlerin başında geliyoruz. Rusya, “Ne kadar gaz istersen göndereyim” diyor. İran yaptırımlar kalktıktan sonra “30 milyar metreküp de ben göndereyim” mesajını iletiyor.
Azerbaycan, “2023’e kadar 16’yi 35 milyar metreküpe kadar çıkartırım” teklifinde bulunuyor. Türkmenler “Hazar’ın üzerinden geçirebilirsem ben de 30 milyar gönderirim” haberini ulaştırıyor. Kürtler ve İsrailliler de “Bizi unutmayın, iyi fiyattan biz de göndeririz” diyorlar. Kıbrıs’ı, Cezayir’i, Katar’ı daha saymadım bile.
Yeni gelişmeler ışığında bu gaz oyunu artık Türkiye açısından kritik bir mesele. Piyasayı görülebilir gelecekte satıcılar değil alıcılar belirleyecek. Türkiye’nin eli güçlü. O yüzden “Türk Akımı” konusunda hükümete tavsiyem; “acele etmeyin”, önce fiyatı (geçmişte imzalanmış ve süresi 2021’de sona erecek olanlar da hesaba katılacak şekilde) iyi müzakere edip sağlama bağlayın. Seçeneklerimiz var. Ruslar ise bir an evvel işi garantiye almak istiyorlar. Türkiye’nin geçmişte yaptığı hatayı tekrar etmemesi gerekiyor.
Ercan Baysal: Batı, ne diyor bu duruma?
Amerikalılar, tabii ki hem Avrupa’nın hem de Türkiye’nin Rusya’ya olan bağımlılığının artmasından kaygılı. “Sadece doğalgazda değil nükleerde de bağlandınız. İlave 63 milyar metreküpü de sizin üzerinizde geçirip gelirse o zaman kaynakların ve güzergâhların çeşitliliği ilkesine dayanan enerji ikmal güvenliğini çöpe atmış olursunuz” diye bakıyorlar.
Onların amacı Rus olmayan bir hattı Türkiye üzerinden geçirip Rusya’ya karşı bir pazarlık gücü yaratmaktı. Ayrıca, kaya gazını ihraç edecekleri pazarlarda Rus rekabeti istemiyor da olabilirler. Dahası, Rusya’ya karşı yaptırımların yoğunlaştırıldığı bir döneme denk geliyor Putin’in başlattığı bu yeni girişim.
Tabii burada asıl belirleyici husus, Türkiye’nin stratejik menfaatinin ne olduğudur.
Türkiye’nin, enerji arz bağımlılığını azaltma arzusu bakidir, ama sırf Brüksel ya da Washington istedi diye kuzeyindeki büyük komşusu Rusya’yı bir kenara itmesi de düşünülemez. Bugün Rusya ile 33 milyar dolar olan, 2023’e kadar da 100 milyar dolar olması beklenen bir ticaret hacmi söz konusu. Daha müteahhitlik hizmetlerini, 3 milyon Rus turisti ve diğer zengin içerikli boyutları konuşmadık bile. Dış politika ve güvenlikte de bizim açımızdan çok önemli bir ülke.
Ama çok dikkatli de olmak lazım. Moskova ile “al gülüm ver gülüm”e dayalı bir ilişkiler ağı var. Bu, fil ile yatağa girmeye benziyor biraz. Bir bütün olarak bakarsak bence doğalgaz konusunda Türkiye’nin önünde eşine az rastlanır bir fırsat var.
Aynı zamanda hem Rusya, hem Avrupa hem ABD hem de bölgemizdeki diğer doğal gaz üreticileri ile çalışmak, yatırımcıları, büyük bölgesel ve uluslararası enerji şirketleri ile “kazan-kazan” ortaklıklar kurmak, siyasi ve ticari riskleri ustaca yönetmek, gerekli finansmanı sağlamada yaratıcı formüller geliştirmek gerekiyor. Bu çok zorlu bir iş. Dantel gibi işlenmesi gereken bir enerji yönetimine ihtiyaç var.
Ercan Baysal: Bakü’nün doğusunda Rusya ve Çin mi var?
Gerçekten de, AB ve ABD’nin etkisi Hazar’ın ötesinde oldukça sinirli. Moskova ve Pekin arasındaki ileride bozulması kuvvetle muhtemel “anlaşmalı evlililik” arka bahçelerini Batı’dan korumaya dayalı. Şanghay İşbirliği Örgütü de adeta bu stratejik hedefin aracı haline gelmiş durumda.
Çin, Rusya’yı güvenilir bir arz kaynağı olarak görmediği ve Körfez/Afrika’dan gelecek ham petrol/LNG sevkiyatı Malakka Boğazı’ndan geçerken ABD 7. filosunun tacizine uğrar korkusuyla doğalgazda Türkmenistan, petrolde Kazakistan’ı, hidroelektrikte de Kırgızistan’ı kendisine stratejik tedarikçi olarak seçti. Buna uygun siyasi ve ekonomik araçları da hemen devreye sokuyor uzun vadeli Orta Asya mevcudiyetini sürdürebilmek için.
Amu Derya nehrinin sağ yakasındaki sahaları işletmeyi ve Sincan-Uygur bölgesine kadar uzanacak doğalgaz boru hattının 2009 sonuna kadar tamamlamayı taahhüt etmiş olan Çin’in Türkmenistan ile bin metreküp başına 192 dolar üzerinden pazarlığını yaptığı 32 milyar metreküp gazın fiyatını daha da yükseltmeye yanaşmayacağı kesin gibi görünüyor.
Aynı şekilde yılda Türkmenistan 8-9 milyar metreküp gaz alan, bunu 17 milyar metreküpe çıkartma sözü alan (ve bunun bir kısmını da yüksek kar marjı ile bize gönderen) İran’ın da “Avrupa fiyatları”nı ödemesi iyimser bir beklenti olur.
Ruslar ise müthiş bir satranç oyuncusu olduklarını hepimize yeniden kanıtladılar. Orta Asya gazını (fiyatta sorun devam etmekle birlikte) uzun vadeli sözleşmelerle kendilerine bağladılar. Bu anlaşmalardan hem Rusların, hem de Orta Asyalılar’ın karlı çıkacakları muhakkak. Ruslar kazanacak, çünkü ihtiyaç duydukları şekilde Orta Asya’dan en az 80-100 milyar metreküp gaz alımını böylece teminat altına alıyorlar en az 15-20 yıl süreyle.
Bu gazi kendi iç piyasalarından ziyade sözleşme yükümlülüğü altında oldukları diğer BDT ülkeleri ve Avrupalı müşterileri için istiyorlar. Dolayısıyla yüksek fiyatı aynen onlara yansıtacaklar. Ekonomik durgunluk yerini canlanmaya bıraktığında talep artışı ile birlikte fiyatlardaki patlamayı da göreceğiz.
Bu arada, Gazprom, AB’nin Nabucco ve Hazar Geçişli Gaz Boru hattı projelerini de -aynı fiyatla bu projeler ekonomik olmayacağı için – baltalayarak Avrupa’daki tekelci hükümranlığının sulandırılmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini gönderiyor.
27 üyeli AB’nin farklı menfaatleri bağdaştırıp yek vücut Gazprom ile müzakeresi ve Orta Asya/Hazar ile doğrudan alternatif bir güzergah geliştirmesi pek gerçekçi görünmüyor. ABD ve AB öyle görünüyor ki Hazar’ın doğusunda marjinal rol oynamaya mahkum. Dolayısıyla, bu bölgenin asıl oyuncuları görünür gelecekte Rusya ve yeni yeni ısınmaya çalışan Çin.
Ercan baysal: Doğu Akdeniz gazında riskleri fırsata nasıl çevirebiliriz?
Doğu Akdeniz gazi, bir yandan hem ekonomik, hem askeri hem de jeopolitik bakımdan bölge ülkeleri açısından yeni fırsatlar sunarken, diğer yandan da yönetilmesi zor riskler yaratıyor.
Özellikle siyasi ihtilafların durulmaması, tam tersine sık aralıklarla alevlenmeye devam etmesi bölgedeki zengin gaz yataklarının ticarileştirilip refah ve güvenliğe katkı sağlamasına imkan vermiyor.
Dünya ölçeğinde “oyun değiştirici” değil ama bölgeyi dönüştürme potansiyeli olan Doğu Akdeniz doğal gaz kaynakları, jeopolitik gerilimlerin yanısıra dünya gaz sektöründe yaşanan arz bolluğu gibi nedenlerle de görünür gelecekte (en azından 10 yıl) tam kapasite işletilecek gibi mümkün gözükmüyor.
Bu tabloya, bölgedeki diğer Güney Gaz Koridoru, KRG gazi gibi mevcut rakip projelerin süratle ilerlemesi, ABD LNG ihracatı, İran, Rusya’nın “Türk Akımı” gibi yeni projelerin gündeme gelmesi, petrole endeksli fiyatların düşmesi, yatırım finansmanı kıtlığı da ilave edilebilir.
Yatırımın yapılıp sahaların geliştirildiğini, üretime başlandığını varsaysak bile çıkarılan gazın nasıl, nereye, hangi fiyattan ihraç edileceği en önemli sorun olarak duruyor. Bu uzun vadeli para bağlama, altyapı inşa etme gerektiren sektörde alıcıyı garanti altına almadan, satış sözleşmesini imzalamadan hiçbir aklı başında yatırımcı firma ya da finans kuruluşu bu projelere yeşil ışık yakmaz.
Şu anda Güney Kıbrıs da İsrail de yatırımcı bulmakta ciddi sıkıntı yaşıyor. Açık denizdeki Leviathan doğalgaz sahası için finansörleri ikna edecek güvenilir bir alıcı yok. Filistin Yönetimi, Ürdün ve Mısır ile imzalanan alım anlaşmaları, alıcıların ödeme sorunları nedeniyle, çok heyecan verici görülmüyor. LNG anlaşması bağlayıcılığı olmayan mutabakat muhtırasından öteye gitmiyor.
Üstelik petrol fiyatlarına endeksli LNG fiyatları da neredeyse boru hattı fiyatlarına yaklaşmaya, yani ucuzlamaya, başladı.
Lübnan, geçenlerde yeni zengin gaz yatakları keşfeden Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye de bu giderek karmaşıklaşan Doğu Akdeniz gaz denkleminde yerini alıyor.
Mevcut keşfedilmiş ve kanıtlanmış kaynakların tek başına Güney Kıbrıs’ta LNG altyapısı kurulmasına yetmeyeceği görülüyor. 7 mmk’lük tek bir LNG treni $6 milyar’lık yatırım gerektiriyor. Bu durumda ölçek ekonomisi yaratabilmek için ya İsrail gazinin da buraya sevk edilmesi (ki Tel Aviv’in bu öneriye artık eskisi kadar sıcak bakmadığı ortaya çıktı) ya da küçük yüzer LNG terminalleri kurulması düşünülüyor.
Mısır’ın hem açık denizde hem karada zengin doğal gaz rezervleri var. Bir kısmı çıkartılıyor. Lübnan, daha başlayamadı beklenenden daha yüksek rezervlerini üretime dönüştürmeye. Türkiye’nin İskenderun ve Antalya havzalarında aramalar devam ediyor.
Bölgedeki ülkelerin arap saçına dönmüş karmaşık geopolitik çekişmeleri, enerji ortaklığı sayesinde bunların çözüme kavuşturulabileceği yolundaki iyimser tahminleri alt üst etti. Türkiye güzergahını izleyecek boruhattının Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya ulaştırmada en hesaplı ve etkili yol olduğu hususunda hemen herkes – Tel Aviv ve Lefkoşe dahil – hem fikir.
Ancak tüm çabalara rağmen Kıbrıs’ta iki tarafı da tatmin edecek çözüm bulunmadıkça zor görünüyor.
Hem alıcı ve transit kilit ülke olan Türkiye’nin Doğu Akdeniz gazinin en önemli oyuncuları olan üç ülke ile – İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs – diplomatik ilişkisi ya kopmuş ya da zaten hiç olmamış. Yakın zamanda da bu bağların onarılması beklenmiyor.
Elbette ki ne İsrail ne de Güney Kıbrıs kaynaklarını paraya dönüştürmek için Türkiye’nin keyfinin gelmesini bekleyecek. Nitekim, İsrail ilk elde Mısır’daki atıl kapasite çalışan LNG terminallerini kullanmak için harekete geçti ve bu amaçla BG Group ile ön mutabakat imzaladı.
Özetlemek gerekirse, Doğu Akdeniz gaz projelerinin hayata geçmesi için şu adımların atılması lazım?
▪ Bağımsız şekilde gerçek rezervlerin tesbiti, alıcı ülke ya da firmalarla uzun vadeli satış sözleşmesi imzalanması, gazın çıkartılması için nihai yatırım kararı alınması, ve alıcı piyasalara gazi ulaştırmak için en ekonomik güzergah üzerinden boruhattı inşası.
▪ Kaynak ülkelerin hem gazın çıkartılacağı hem de boruhattı güzergahının geçeceği münhasır ekonomik bölgeler üzerindeki hukuki ihtilafları çözüme kavuşturması, KKTC ve Filistin üzerine “kazan-kazan” çözümler üretmeleri, özellikle de Türkiye ile aralarındaki jeopolitik gerilimi gevşetme yolunu bulmaları gerekiyor.
▪ Dünya gaz piyasasında önümüzdeki dönemde gaz fazlası olacağını, fiyatların artmayacağını, teknoloji, finansman ve insan sermayesinin daha pahalı hale geleceğini gözönünde bulunarak uzun vadeli bir iş planı geliştirilmesi olmazsa olmazdır.
Türkiye bakımından ise, çevresindeki coğrafyaların hiçbirinde bugüne kadar gaz konusunda “oyun kurucu” rol üstlenemediğinden hem alıcı, hem ekonomik boruhattı güzergahı, hem de her bakımdan bölgesel güç olması nedenleriyle Doğu Akdeniz’deki bu tarihi fırsatı akıllıca değerlendirmesi önem taşımaktadır.
Bunun için de görünür gelecekte çözümlenmesi beklenmeyen Kıbrıs, İsrail ve Mısır ile ilişkiler gibi netameli hususları şimdilik geri plana itip hem alıcı, hem transit, hem yatırımcı, hem de güvenlik sağlayıcı “oyun kurucu” rolüyle bölge ülkelerinin özel sektörü ile Türk özel sektörünü öne sürmesi isabetli olacaktır.
Ercan Baysal: Türkiye’nin enerji yatırımlarını gerçekleştirmede güçlük var mı?
Türkiye son derece iddialı hedefleri olan bir ülke. 2023’e kadar dünya liginde ilk 10’a girmek istiyor. Gerçi, bu gidişle çok zor ama bu tür hedefler koymak istikamet duygusu verilmesi bakımından çok önemli.
Hem büyümek hem rekabet liginde üst küme sıçramak için enerjide elverişli fiyatlar elde etmek gerekiyor. Petrolde yüzde 93, doğal gazda yüzde 98 dışa bağımlı Türkiye gibi bir ülke için fosil yakıt fiyatlarındaki istikrar, sürdürülebilir ikmal hayatı önemde. Bu, “yumuşak karnımız”. Dolayışyla, sadece ekonomik değil aynı zamanda ulusal güvenliğimiz için de istikrarlı piyasalar şart.
Türkiye’de artık enerji politikalarının hükümetten hükümete değişmeyen, siyaset üstü ortak bir stratejiye dönüşmesi gerekiyor. Çünkü bunun iktidarı, muhalefeti yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Ve enerji bir iktidar döneminin ötesinde uzun zaman, istikrar gerektiren bir sektör. Ayrıca, çevre, vergi, rekabet, finansman, dış politika, güvenlik, ticaret, yatırım boyutlarını dikkate alan entegre bir enerji yönetimi gerektiriyor. İnsan sermayesinin yetiştirilmesi de kritik önemi haiz.
Enerjinin yatırım maliyeti özellikle bizim gibi enerji yoksulu bir ülke için çok yüksek. Yerli bankaların ve yerli finansörlerin de bunu tek başlarına karşılama imkanı yok. Uluslararası fonların, yatırımcıların cezbedilmesi elzem.
Bugün ile 2035 arasında, olağan senaryo gereğince mevcut kapasitelerin yenilenmesi, artan talebe uygun yatırım yapılması için dünya’da 2035’e kadar yaklaşık 48 trilyon dolar gerekiyor. Bu rakam Türkiye için önümüzdeki 10 yılda 120 milyar dolar. Yani yılda 12 milyar dolar.
Çözüm olarak The Bosphorus Energy Club’ta ortaya attığımız öneri, 25 milyar dolarlık bir enerji fonu yaratılması. Devletin mütevazı ölçüde bir çekirdek fon katkısıyla ateşleyeceği, uluslararası fonların katılması ile büyütülecek, hatta sınır ötesi projelerde de kullanılabilecek bir yönetimi şeffaf, profesyonel bir fon.
Mevcut enerji tesislerinin yarattığı nakit akımı ve karlılığı da bu fona yansıtılabilir. Projelere İFC ve EBRD gibi yüzde 15-25 hisseyle katılır, yatırım ayakta durur hale gelince hissesini satıp çıkar, başka projeye aktarır çekirdek fonunu.